20090228

işte geldim burdayım.

nerdeyim acaba?

20090224

PÖTİİİİİİİİ!

yes i am an elephant woman.

20090222

optimis hem de pesimis biraz idealizmi de savunmakta
ali desidero aliii ali desidero

20090217

kbb kkb

Kulak Burun Boğaz
Küçükken Korktuğum Biyer.

bi kbb daha var ona da burdan sevgiler ve de sen de mi brütüs? diyorum. sana da hakkımı helal etmiom ulan.

20090215

96.00 ım

Akşam evimde huzurlu huzurlu radyo oksijen dinlerken bir anda bi amca radyodan 'Allahuekber' diyerek yayını hackledi ve korsan olarak vaaz vermeye başladı, inanılmaz. korktum resmen. hayır olsun:D

renk kaybetmek/değiştirmek.


sigarasından son nefesini aldı ve tam gözümün içine baktı. Gidiyorum ben dedim. güldü. gitmek istersen gidebilirsin dedi. Evden tek bir eşya almadan çıkabildim. dönmemek üzere. katliamdı ama gerekliydi.

je veux lire tintin.:)

20090212

20090211

Be a hobo!...


and walk with me.
pıt pıt pıt pııııt!...

20090208

şemsiye mezarı istanbul pazarım


En fenası Cumartesi gecesi manitacılık kafasıyla giyilmiş ciciş kıyafetler ve topuklu ayakkabılarla bir o kadar 'Tijen' görünümlü akmış makyajla karşıya geçemeyip arkadaşta kalmak ve o kostümle pazar kahvaltısına devam etmek zorunda olmakmış. Yine bunu gördüm bugün, Bir de üstüne, gece tısıl tısıl kestiğim örgü kazaklı çocuk aynı yerde kahvaltı ederken gazete altına gizlenme tribini yaşadım sabah sabah, OLACAK ŞEY DEĞİL. Kahvaltı bitti ama çileler devam etti Murphycim kanunuyla devreye girmek zorundaydı, yağmur yağmalıydı hemde tükürük gibi kafalara kafalara ve ben karşıya geçmeliydim cebimdeki üç kuruşla o an sağa sola lodos tarafından öldürülmüş ve genellikle ağaç diplerine gömülmüş şeffaf şemsiyeler mezarında hissettim, yeni şemsiye alırsam üç kuruşum daha da azalacaktı, işte o an pushing daisies kafaları geldi, birine dokunsam dedim canlanır mı, bu ciciş cumartesi gecesi kostümümle bir ölü bay-bayan adlı şeffaf şemsiyeyi canlandırabilir miyim dedim sinsice... Sonra hemen caydım çünkü canlansa ne olacaktı ki, yağmurdan korunmak üzere elime alır almaz yine ölücekti. Dizi de öyle olmuyo mu sonuçta. Arkadaşımın şemsiyesine sığındım. Düşünceleri susturdum. Yürüdüm üç kulhü bir elhamla şehrimin şemsiye mezarında.

Sevgili sezyum çok mercy!

Bende vapurda genelde çoraplarına filan bakıp beğeniyorum, ve evet okuyorum yazdıklarını bunu da okudum:)

Abolo şobolobo!
Oylarımızla şeçilmiş yeni Fatih vapuruna bindim. Öncelikle oy kullanan elleriniz dert görmesin. Görmesin görmesin de vapur biraz yavaş be abi. 20 dakikalık yolu 25 dakikada gittiği yetmezmiş gibi, tabii kaptanlar yeni vapurun yeni pervane sistemini (Sanırım kolay yanaşması için başta-kıçta ya da ortada bir pervane sistemi var) kullanmayı öğrenemediği için, Kadıköy-Beşiktaş seferi biraz uzun sürdü. İyi ki karşıma güzel bi kız oturdu da, zaman daha hızlı aktı.
Bir de kız Penguen’de çıkan yazımı okumasın mı? O an Cezmilerin Ersöz’ü, Orayların Eğin’i, Onurların Baştürk’ü olasım geldi. Olmadı. Radyodan Ömer Madra’yla Avi’yi dinlemeye devam ettim. Bir yerde yanlış yapıyorum ama dur bakalım. Ya da çok doğru bir yoldayım. Evet öyleyim. Göç yolu... Sevgi yolu. Saygı yolu. Sarıgül yolu. O da Kayahan gibi sevgi-ışık-polarizasyon kafalarına girmiş de o açıdan. Açı yok Raki. Buralarda farklı sesleri sevmeyiz.


o kız benim olleyy! gazetelere çıktım eheheheh:) mercy monşer!

20090207

Gölgelerin gücü adına güç sende artık!


Sesleri oda yutuyor. Renkler gölge rengi diye hep giydim üstüme. aslında ne olduğunu bugün öğrendim. Hayal ürünü olan benmişim, tüm çevremdekiler beni var sanıyormuş, ilaçlar etkisini göstermeye başladı. yavaş yavaş yok olduğumu görüyorum. İyileşen yara gibi kaşınıyor olmayan beynimin korteksi. Herkesin var sandığı bensem eğer bu onların hastalığı olmalıydı, ama benimmiş. Yokmuşum ve onlar beni var sanıyormuş. Olmayan bişey hasta da olamaz. Gölge de değilmişim. Surette.Yokmuşum yani. Annem sabahları yokla konuşuyormuş, kedim yemini gidip kendi alıyormuş, hiç bulaşık çıkmazmış aslında, babam varmışım gibi kiramı ödüyormuş. Ofiste koltuğum boşmuş aslında o işler networkteki bi isim üzerinden yapılıyormuş. Çay hiç içmemişim. hayatımda. Bu ilaçları da içemiyor ve iyileşemiyor olmalıyım bu kadar yoksam eğer. Herkesin kurduğu hayal neden olmayan birinin suçu olur ki? olmuş bi kere.

The night is closing in/The clouds are frozen still/ The birds are feathered down/The churches ring the hour/Where once there was a cheer now stands a sorry crowd/Across the frozen lake/Beneath the tattered flags, a carnival of skates/The scissors scratch their names/Where once I held your hand I cannot bear to stand/This city is a cauldron of blackened snow and strangers/I moved here from the country/I didn’t know the danger/I’m haunted by the bottle/I’m haunted by the angels/In letters from my sister, she asks me how I’m feeling/I say that I am better but I lie in every letter/I have moved into the margin/I have moved into the shadow/Move closer to the fire or else you’ll meet the ghost/I loved you like a brother/I loved you more than most/But still you left me vacant/ Still you left me cold- GA Johnson

Cumartesiydi.2

Çay içmekle ilgili hep sorunlarım olmuştur.
Hi,
Opsvik and Jennings
The Whitest Boy Alive's piano is magic.

20090206

jesse.



I don't know what I have done
I'm turning myself to a demon
I don't know what I have done
I'm turning myself to a demon

tasarım ulen sizi!

Haz aldığım her ne ise onun nefes alıp vermeyi doğru olarak becerebilen şeylerde yattığını artık biliyorum. Susmalar ve konuşmalar bütün olduğunda. İşte bu yüzden belki kendini tutamayan herşeyi tasarlamak isteyen tasarımcıları çok konuşan gevezelerden ayırd edemiyorum. Doğru yerde susabilmeli insan ama stratejiyle değil, heyecanla susmalı.Bir arkadaşım Thelanious monk için 'eslerinde içinden konuşuyor' dedi. işte bu! Bitmeyen ve izin veren bir dialog. Boşlukları doldurmaktan daha farklı, geshtalt da değil tam. Tutkudan farklı daha çok aşk gibi, çünkü tutku esleri bol bir durum, tüm eslere karşı gün geçtikçe daha da duyarlı hale gelme durumu, belki aşk ama tam da karşılıklı değil. Burda lafı dolaştırıp tasarıma gelirsem, yapmayın etmeyin bi durun. Nefes alın nefes aldırın. biliyorum çok az kişi eslere meraklı ama zaten çok az kişi aşık oluyor şu hayatında.

20090204

arjantin!


bababbabababbababba baba bize kıydılar!
neyiniz var?!
arjantin.

şimdiye kadar olanlar

hani hep dibe vurunca artık çıkma zamanı olmuştur ya şimdiye kadar, kesin biri elinden tutacaktır filan. Artık o dönem geçti, şimdi hatta oyun oynamaya başlayacaklar, elinden tutuyomuş gibi yapıp daha da derine gömecekler seni. olsun.
ah be alicengiz, bunu bana yapmayacaktın.

20090203

hiç kasmadan aynen yayınlıyorum, yürü be perihan!

Radikal / Olmadığın gibi kabul edilmek / Yaşam / PERİHAN MAĞDEN
from www.radikal.com.tr

Benim ‘wisecrack’ (zekâpatlangaçı) bi arkadaşım var. O böyle, çok krek/gevrek laflar bulup eder. Ve hatırlar da, tüm o gevrek/patlangaç laflarını.
Mühim olan: O lafları bulup etmekten ziyade (burda; ziyade’nin önemine dikkâtinizi çekerim)
O lafları habire hatırlayıp tekrar etmek.
Ki, bu: sürümden (daha doğrusu: baskıdan/fotokopiden) kazanmak demektir.
Çok şey bulmuşluğun faydası yok! (Ve hatta zararı var.)
Az bi şey bulup habire tekrar edeceksin ki; bellesin millet!
Öbür türlü: saçıp savmış olursun. Sürümden kaybedersin yani. Ki, hakiki Yaratıcı İnsanların başına gelen budur Bu Toplum’da.
Ama azıcıcık bi şeylerin varsa; tekrar et ağbicim. Hikmet yumurtluyormuşcasına aynı sıradan/banal/zırva/averaj/fısır şeyleri söyle dur/söyle dur: Çok daha iyi bir etki bırakırsın.
1) Söylediklerini herkes anlar.
2) Habire anlar.
3) Unutmaz, unutamaz ve hatta bir halt sanırlar.
İşte bu Wisecrack Arkadaşım’la sanırım baş etmek için söylediğim ve belki de bu nedenle unutamadığım bir lafım var benim. Sizlerin de unutmaması için (daha önce de yazmış olduğum halde) yineliyorum: “Beni olduğum gibi kabul ediniz; ben hiç kimseyi olduğu gibi kabul edemiyorum.”
Bu benim hayattaki (tek hatırladığım) cevizim aklıma düşmüşken bu sabah: yani HİÇ kimseleri olduğu gibi kabullenememe hatam (ya da hiperrealistliğim) aklıma düşmüşken-
Hocam, NE üstün 1 millet Türk milleti! Ne acayip bi millet- fikri üşüştü takiben.
Zira: Türkler, insanları (hemşehrilerini yani) olduğu gibi kabullenmekle dahi yetinmiyorlar. Daha da ileri gidip OLMADIĞIN GİBİ DAHİ KABULLENİYORLAR.
Aman yarabbim! Bu ne üstün bir özellik! Bu ne üstün bir millet! Türk Milleti! Türk Milleti!
Milliyetçi galeyanlarımızın ardından Maksatlı Düşüncelemelerimizi, açalım: Şöyle bir tatlılığı/hoşluğu/güzelliği söz konusu Türkler’in.
Herkes; kendini nasıl gazzlıyorsa, nasıl gazzlamak istiyorsa öyle kabul ediyorlar. Eve teslim edilmiş paket şeklinde.
Açıp kurcalamıyor paketi yani. Paketin bomba olma ihtimali bulunsa dahi.
Paketini gazzlayan/postalayan NE şekilde göndermişse, öyle alıyor. Kabulleniyor. Lar.
Yani olduğun gibi kabullenilmekten dahi çok çok üstün bir durum: Olmadığın ve fakat olmak istediğin gibi kabulleniyor Türkler seni.
Bunun karşılığında da BİR TEK ŞEY bekliyorlar senden: Senin de onları; olmadıkları, ama olmak istedikleri gibi kabullenme halini.
Özellikle televizyonculuğumuzdaki ‘reality’ şovları izlerken pek çok hakikatimize uyandığım gibi; buna da uyandım.
Birkaç aydır Yurtdışı’nda yaşayan bir arkadaşımla birkaç zaman önce ‘Var mısın Yok musun?’u (yoksa sen de palavracılığımızdan sarhoş musun?) izlerken bütünüyle uyandım bu gerçeğe.
Bi ‘tour guide’ gibi açıklıyorum da açıklıyorum. (O gece Tony yarışıyor.) “Bak bu çocuk Amerika’da büyümüş. Kendini feci komik+sempatik sanıyo. Habire Al Pacino/Robert de Niro taklidi yapıyo. Felâket yapıyo. Ama çok yetenekliy-miş, tatlıy-mış, sempatik-miş gibi yapılıyo. Herkes onu çok seviyo. Beğeniyo.”
Derken tabii Tony, o kaçınılmaz taklitlerinden yapıyor.
Şarkı söylüyor. Kılık değiştiriyor. Ve Türkler; Tony kendini ‘yetenekli’+’sempatik’, ‘komik’ kabul etsinler istediği için, onu ÖYLE KABUL EDİYORLAR.
Yani Tony’i olduğu gibi değil: olmadığı (ve fakat olmak istediği gibi) kabul ediyorlar. Yarabbim BU nasıl bir cömertliktir! Bu nasıl bir kabuldür, ön kabuldür!
Yıllardır Güneri Civaoğlu’nun ‘büyük beyin’ ‘prezantabl’ ‘müthiş Avrupai’ ‘kaliteli mi kaliteli gazeteci’ olarak kabul edilmesi gibi.
Yıllardır kafamızı herrr fırsatta ütüleyen ‘feci zeki kadın’ ‘külyutmaz’ ‘büyük ulus feylezofu’ Hülya Avşar’ın ‘ennnn güzel’ olması gibi. Nice nice gazzzladığı yüzbin bir (sporcu filan) özelliğinin yanı sıra.
Müjde Ar’dan Hüsamettin Özkan’a, Uğur Mumcu’dan İlhan Selçuk’a kimleri kimleri nasıl da OLMAK İSTEDİKLERİ gibi kabul etti bu toplum.
Tek bir ölçü var: Azimli bir inatla (vırrrr vırrrr vırrrr) aynı sloganı işlemen kendinle alâkalı. Kendin için kalemlediğin reklam metninden vazgeçmemen ve bunu devvv balonlarla olur gökyüzünde, televizyonlarda olur habire, gaste köşelerinde, kadehlerde şişelerde habire; ama habire işlemen.
Hıncal Uluç’un ‘bir sevgi insanı’ olarak gazzzlayabilmesi kendi iç dramını, sizi temin ederim; YALNIZ ve YALNIZ bu topraklarda mümkündür. Operadan da anlar, kısırdan da. Aynen Bekir Coşkun’un ennn dolgusal, romontik, hayvansever olması misali. İki laikçi (latan ya da açık faşist) enişte. Yani toplumun sevilen enişteleri. Söz virtüözleri. (Hakiki 1 headcase olan E. Özkök’ün Bekir Coşkun’un yazılarının nasıl muhteşem tablolara benzediğine dair reklam kumpanyasını, hatırlayın.)
Yine bir hakikatçilik belgeseli olan ‘Yemekteyiz’de de öyle. Buckingham Palace’tan az önce özel savaş jetleriyle programa inmiş yarışmacılarımız karidesin ve kuşkonmazın tadını bilmeden, Burunkıvırma Dünya Rekortmenliğine isimlerini kaygısızca (ve fakat karşılıklı kabullenme halleriyle) yazdırıyorlar.
Herkes olmadığı gibi, kabul ettirebiliyor kendini- ne fantastik bir lüks! Ne sarfiyat! Vakit harcama!
Yalnızca oyunbozan olmaman ve olmadığın (ve fakat arzu ettiğin gibi) kabullenilirken, karşındakinin de façasını bozmaman, bullshitlemelerini yemen yani: YETERLİ.
Aynen Fatih Altaylı’nın müthiş tartışmama partneri ‘Ayyy; siz nasıl diyorsunuz Fatih bey?’ Sevilay Yükselir gibi. O zaman, bütün varoş dükkânlarının mavi lensleri- senin olsun! Sarışın ve mavi gözlüsün; seni gidi muhteşem kadın! Çankaya Belediyesi başkan adaylığı meselesinin balon olduğunu (yine de) düşünmeden edemiyorum. Büyük Bullshit Baloncusu’nun Çırağı+hık deyicisi halleri.
“Siz nasıl diyorsanız” (blink blink: göz kırpıştırmaca+sırıtmaca) “öyle olsun Bullshit Bey. Velinimetimiz sizsiniz.”

bugün 2 Şubatmış, ben 9 sandım.

hiç bi şey değişmedi, sadece veterinere erken gitmiş oldum o yani.

duvar.

saol herşey için.

what it was will never again.

20090201

şarkı 3

koy sepete.